ic tepilerine oyle bir gem vurdu ki aklin kifayetsiz kaldigi, bir insanin yaratabilecegi en asiri sinsilikte var olan o hayvan, urkeklik olarak aciklanamayacak bir tiksintiyle karanliga dogru kacti. hic birimiz o nun gercekten bizi sevip sevmedigini anlamadik. ama bu ilk sefer olmamisti ve biz ikinci ve daha sonraki seferlerde de anlamayarak; nasil bir seyi anlamamak icin zihnimizi bloke ettigimizi etrafimizda ki akilli insanlara gostererek, rezil olmustuk. iclerinden doktor veya yazar oldugunu sandigim bir kadin - aslinda bu kaniya sadece dis gorunusunden vardim - `soyunun!` diye seslendi. elime nasil geldigini anlamadigim bir elektro gitarla ciril ciplak onlarin ortasindaydim ve beraberimde gelen grup coktan uzamisti. pat! tilly' nin yumusak sesiyle uyandim. benimle tatli bir sohbeti surduruyordu, gunessiz serin bir sabahta hafif sik bir cafede `croissant` ve orman meyvelerinden olusucak olan kahvaltimizin finli garson tarafindan onumuze konmasini bekliyorduk. tilly `tamam birde sunu dinle, birkac gun once fromm'un bir kitabinda okudum` diyerek sut gibi sesini kulagimdan iceri akitarak tekrar beni bir hayale daldirdi.
zamanin birinde, bir mango agacinin dibinde oturan tavsan orada uyuya kalmis. birdenbire, buyuk bir gurultu isiterek uyanmis. dunyanin sonunun geldigini sanarak kosmaya baslamis. onun panik icinde kostugunu goren diger tavsanlar, `niye boyle simsek gibi kosuyorsun?` diye sormuslar. O da `kiyamet kopuyor` diye yanitlamis. bunu isiten butun tavsanlar onunla birlikte kacmaya baslamis. tavsanlarin kostugunu goren geyikler, `niye boyle simsek gibi kosuyorsunuz?` diye sormuslar. tavsanlarda `kosuyoruz cunku dunyanin sonu geldi` demisler. bunun uzerine, geyiklerde onlara katilip kacmaya baslamislar. sonunda butun hayvan alemi panik icinde kacismaya baslamis, neredeyse birbirlerini ezip yok edeceklermis. o zamanlar bilge bir kisi olarak var olan buddha butun hayvanlarin kacistigini gorunce en son katilan gruba nicin kactiklarini sormus. `dunyanin sonu geldide ondan` diye yanit vermisler. `bu dogru olamaz` demis buddha. `dunyanin sonu gelmedi, neden boyle bir dusunceye kapildiklarini anlayalim bakalim.` sonra, tek tek hayvan turlerine sorarak bu soylentinin geyiklere ve en son tavsanlara uzandigini anlamis. bu soylentiyi hangi tavsanin cikardigini sormus, tavsanlar o tavsani gosterince buddha o tavsana donerek `dunyanin sonunun geldigini sandigin zaman neredeydin ve ne yapiyordun?` diye sormus. tavsan `bir mango agacinin altinda uyuyordum` diye yanit verince `belkide yere dusen bir mango meyvesinin sesini isittin` demis buddha ona. `bu ses seni uyandirdi, korkuya kapildin ve dunyanin sonunun geldigini sandin. haydi altinda uyudugun agacin yanina gidelim ve dediklerimin dogru olup olmadigini anlayalim.` ikisi beraber agacin yanina yurumusler ve tavsanin uyudugu yere dusmus bir mango meyvesi gormusler. boylelikle buddha hayvanlar alemini yok olmaktan kurtarmis.*
gozlerimin icine bakmaya devam etti, bense neden ikimizin arasinda halen anlasilamayan seyler oldugunu anlamaya calisiyordum. bir cok kereler konustugumuz sorunlari bir turlu cozemeyisimiz mutlu oldugumuz anlarda unutuluyor sonra tekrar tekrar patlayiveriyordu. anlattigi hikaye cok hosuma gitmisti fakat onumdeki kahvenin ustundeki krema gibi, dibe inemiyor beyaz ve yagli bir halde yuzeyde kaliyordum. sanki tum ogrendiklerimiz birisine hava atmak icin bilmek zorunda oldugumuz seylerdi. bu birisi kendimiz de olabilirdik. bana anlattigi hikayelerin yansimalarini ikimizin arasindaki yasantida hic goremiyordum. ikimizde kendi isimizle mesgul daha mutlu bir yasam arayisinda gibiydik. fakat ortada isbirlikci bir olgu yoktu. canim sikilmisti, o an masadan kalkip onunla kafenin arka kapisinda duran iki kamyonetin arasinda sevismek istedim. icine dustugumuz cikmazin tek cikis yolu buymus gibi geliyordu. asiri bir hareketin, yuklu bir duygusal iletisimin, simgelerin dilimi sarisinin etkilerine ihtiyac duyuyordum. ona inanmamin tek yolu sanki buydu. gulumseyerek `ama boboo,` dedi. ve ben aklimin yanliz olmadigim zaman ne kadar caresiz ve yanlizken ne kadar engin bir mutluluk kaynagi oldugu ayirdina vardim.
*hikayenin daha derin bir analizi icin bakabilirsiniz >> Erich Fromm, Psychoanalysis and Religion (1950) ISBN 978-0300000894
Wednesday, 4 May 2011
Monday, 2 May 2011
geziler
Olympos' da kendini yasama birakmaktan, hayatin kendisi olmaktan daha kolayi yoktur. Kafanizi kaldirip ta bir dagin yamacindan yukari bakin. Tasin ve ruzgarin ritmi yasam sarkisinin temposunu tutmaya baslar. Hicbir neyzen hicbir kavali ruzgarin agaclari caldigi gibi calamaz. Yaninizdan bir an olsun ayrilmayan dostunuz dereye kulak verin. Suyun sesi bir kulaginizdan girip otekinden cikarken hipotalamusda baslayan bir hareket size ruhen ve bedenen temizlendiginizi dusundurur.Bu su doganin tum sevgisini icinizden gecebilir kilar. Kelebeklerin heyecanina kapilirsiniz. Onlarin pesinde en yuksek tepelerde bulursunuz kendinizi. Tirtillara yol vermek ve dikenli sarmasiklarla iyi gecinmek sizin gibi kibar birisini hic zorlamaz. Aklinizla hissedip duygularinizla ogrenirsiniz. Bahcelerden cikipta sehrin icine indiginizde kultur ve zevk hayalgucunuzden fiskirir. Antik tiyatroda takilip roma hamaminda ozel dakikalar gecirirsiniz.
Tarih cevreye agir bir koku gibi sinmistir. Algimiz onu bir bilim olarak degil Olympos mutfagina oz bir yemek zanneder. Lokma lokma yemeye baslariz. Masada kimler yoktur ki, Herodotus' tan Iskender' e (Buyuk), likyali krallar ve cariyelerden Cicero' ya, suruyle korsan, roman, barbar, helen, misirli ordadir. M.O 1250' den baslayarak 2500 yillik bir aralikta paylasilan guzellikeri ve yasanan kotulukleri, Olympos' un nasil canli bir sehirden bugunku haline donusumunu anlatirlar.
Ceneviz kalesi yolunda fransizlara takilip kaya tirmanisi yapabilicekken, ingiliz ve amerikalilarla sahile inmeyi tercih edebilirsiniz. Acik plajin hemen saginda kalenin asagisinda buldugunuz bu yari gizli yer sizi gerceklige dondurur. Denize girmenizle giyinikmisiniz ciplakmisiniz ordamisiniz degilmisiniz tekrar hersey unutulur. Sifir halde, bebek bir balik gibi suda oynamanin nesesi dolar. Oksijen atomlari yuzunuzden girer, gecer ve saclarinizin ucundan cikar. Suyun 5 metre altinda bile bu gidiklamayi hissedebilirsiniz.
Aksam ustu, sahilden vadinin icine dogru portakal suyunuzu icmeye giderken turklerin bagrismalarindan sikilirsaniz ya da onlarin garip oyunlarina adapte olamiyorsaniz dert etmeyin, yuksek ihtimalle hos sohbet alman bir aile, insani yetenekleri ve guzellikleriyle sizi rahatlaticaklardir.
olympostan baris, saglik, nese, akil ve mutluluk
Tarih cevreye agir bir koku gibi sinmistir. Algimiz onu bir bilim olarak degil Olympos mutfagina oz bir yemek zanneder. Lokma lokma yemeye baslariz. Masada kimler yoktur ki, Herodotus' tan Iskender' e (Buyuk), likyali krallar ve cariyelerden Cicero' ya, suruyle korsan, roman, barbar, helen, misirli ordadir. M.O 1250' den baslayarak 2500 yillik bir aralikta paylasilan guzellikeri ve yasanan kotulukleri, Olympos' un nasil canli bir sehirden bugunku haline donusumunu anlatirlar.
Ceneviz kalesi yolunda fransizlara takilip kaya tirmanisi yapabilicekken, ingiliz ve amerikalilarla sahile inmeyi tercih edebilirsiniz. Acik plajin hemen saginda kalenin asagisinda buldugunuz bu yari gizli yer sizi gerceklige dondurur. Denize girmenizle giyinikmisiniz ciplakmisiniz ordamisiniz degilmisiniz tekrar hersey unutulur. Sifir halde, bebek bir balik gibi suda oynamanin nesesi dolar. Oksijen atomlari yuzunuzden girer, gecer ve saclarinizin ucundan cikar. Suyun 5 metre altinda bile bu gidiklamayi hissedebilirsiniz.
Aksam ustu, sahilden vadinin icine dogru portakal suyunuzu icmeye giderken turklerin bagrismalarindan sikilirsaniz ya da onlarin garip oyunlarina adapte olamiyorsaniz dert etmeyin, yuksek ihtimalle hos sohbet alman bir aile, insani yetenekleri ve guzellikleriyle sizi rahatlaticaklardir.
olympostan baris, saglik, nese, akil ve mutluluk
Subscribe to:
Posts (Atom)